İnsan sessiz kal diktasını veren, gücünü pilden aldan bir tansiyon aletini dinliyor da, kalbine iyi bak diyen kitabı dinlemiyor.
Tüketim alışkanlıklarıyla
kendini tüketme devrini yaşıyor insan
TUTUKLUK ŞİİR SESLENDİRMESİ

FARKINDA MISIN ?

Yaşam mücadelesi savaş meydanlarına tanıklık ediyor. İnsan denen mahlukat dünyaya hakim olma iddiasına başladığından beri, kan durmuyor özümüz olan toprağın üzerinde. Büyük bir alçaklık baş kaldırısı bu. Haddin olmayan boyutlara ulaşıp taparsan eğer canına, an gelir teslim etmek istesen de edemezsin bu kez inleyen bedenini. Yitip düşmeden evvel, fark et… Ölüm var bu savaşın sonunda, ama galip gelmek de…
Güneş hala doğudan doğduğuna göre, el uzatmaya vaktin var. Senden olana, vicdan taşıyana kucak açman gerektiğini fark et… Teknoloji o kadar ilerlese bile, kilometreler hala engel teşkil edemiyor gönül birliğine. Tebessümün yıkamadığı sertlikte duvar yapamıyorlar. Sıcak bir elin yolladığı selamı kesemiyorlar hala… Neden öyleyse? Zalimliğin huzur vermediğini fark et…  Delice uğraşlara
EYVALLAH

Elimize soğuk rüzgarlar vursa da, gökkuşağı hala bizim. Hayaller ve hayatlar her devirde birbiri ardına sıralanırken, hatalar da güzellikler de bizim. Geçmiş bizler için, gelecek de bizlerin.  Acılar ve unutulmaz yaralar insan için, mükafat da mutluluk da bizim. Doğmak ve ölümle yeniden başlamak bizim. Ömrün getirdiği hayır da bizim şer de.
Cuma'nın hayır ve bereketi
gönlünüzde vukü bulsun
Hayırlı cumalar
‘ERDEM’İ   ÖZLEDİK

Hem hal olunacak onca sebep varken, kendisini kendine dert ediniyor insan. Geceyle baş başa kalma mücadelesi vermeyi seviyoruz. Galip gelemesek de, vicdanen rahatlama seansları uyguluyoruz, bom boş geçirdiğimiz koca bir günün sonunda… Peki ne denli boşlukta yaşıyoruz?
Yaşamın üç noktayla dolu cümlelerini tamamlamak adına, akıl gibi bir erdeme sahibiz. Ne yöne çekersen o doğrultuda çalışan, fesat veya iyi niyetli bir de kalbe. İkisinin aynı doğrultuda yer almadığı, aynı çatı altında barınamadığı yegane mücadele içindeyiz! Evet, yaşam erdemli kalma mücadelesidir.
Doğuştan gelen hisleri saklıyor olabilseydik, hiç uğraş vermeye gerek kalmazdı. Yeniden paylaşma çabasını yaşamazdık, yeniden içten bir tebessüm nasıl oluşur sorusuna cevap aramazdık. Zaten bütün bu değişimler sonucunda ortaya çıkmadı mı, ağlarken de güçlü kalma safsataları?..
''İnsanlara yasakları değil
yapılması gerekenleri sunmak gerekir.
Yasak yanlışa meylettirir
hayrı göstermek ise doğruya''
'Zihniyet kıtlığı var bunca bollukta
sistem ödem tutmuş
kabukla uğraşmaktan.'

''Uçsuz bucaksız olan topraklara
sığmayı beceremiyoruz.''
EMEĞİ UNUTTURAN TEKNOLOJİ

Evde rahat koltuğuma uzanarak yapmış olduğum çalışmalarda, son yıllarda kolay elde etme alışkanlığı edindiğimizi tespit ettim. Zor olmadı, kendime baktım ve yazdım. İlla amcalarımıza laf edecek değilim hoş, hem kendimden helallik alması da kolay.
Efendim rahatına düşkünlüğümüzden dolayı, kolay başarıyı, bizi yormayacak şekilde para kazanmayı, yolumuzu bulmanın planını yapıyoruz. Yok kardeşim, ben kimseye beleş para verildiğini görmedim. Babam bile sırf okuyorum diye para veriyor.
Eskiden, yani bundan birkaç senecik önce, Kuran okumayı öğrenmek için her yaz camiye giderdik. Hep isyan ederdik yazın gelişine. Çocuk aklıyla beğenmezdik hani. İşte bu sorun bilim adamlarımız
DÜŞÜNMEK AYRICALIKTIR

Zaman, düşünceye önem verme zamanı. Geçmişin fevri, öfke dolu, yüksek tona sahip cümleleri pek itibar etmiyor artık.  Devir, sessizliğin ardından gelen mantıksal hamlelerin devri… Zaferler kalemle kazanmayı da geçti, yazıya dahi alınmadan evvel,  zihinsel mücadeleden galip gelen kazanıyor. Öyle ama düşünmek kolay iş mi?
Düşünmek için aklı selime muhtaçlık var. Düşünmek için bilmeye, öğrenmeye, okumaya ihtiyaç var. Herkes düşündüğüyle işe yarasaydı, dünya bu denli leş hal almazdı. En basitinden zulümle ölmezdi kimse… Farkındayız değil mi ölüm ne kadar basitleşti algılarımızda?
Düşünmek, iyi niyetle birlik içinde olmalı. Seni doğru yola çeken şeyin dostların olması gibi, düşüncenin de dostu iyi niyet olmalı. İyi birey olmayı bile beceremezken, düşünceyi bir de iyi niyetle birlikte sağlamak kolay mı?
DÜNYA MALI

Doğup ayak bastığı topraklara gün gelir ihanet eder insan. Yanlışlıkla değil yarım yamalak bilinciyle. Neden? Sadece ben anlayışının hakim olduğu ruhsuz kuru beden yığınları yüzünden. Bana yeten su, bana yeten yemek varsa ne ala. Ardımda kalacakların varlığı, onların da bu dünyaya ayak basacak olmaları, ne şekil ve şartta huzurlu yaşayacakları umurumda değil anlayışsızlığı yüzünden… İçine etmesini bildiğimiz gibi keşke gitmeyi de düzgünce yapabilseydik. Toprağa damlayan ten taneleri ardında pişmanlık bırakmadan… Giden sadece insan değilki. Yeşili gitti şehirlerin, içi boşaldı kafalar boşaldıkça. Kişi başına düşen kaldırım taşı sayısı da azaldı. Bedeni park edecek ağaç bulamıyoruz. Nefesin tadı da kaçtı. Öyle bir zulüm oldu ki yaşamak neredeyse bırakacağız bu hayatı. Tabi  dünya malından vazgeçebilirsek...

İnsanca yaşayan ferah pesinde koşar
islamca yaşayan ise
kanaat duygusunun.

İnsanlığa dua edin
Zira kurtuluş için 
Toplum bilincine muhtaciz
HAYIRLI CUMALAR
DOĞRULARI  YİTİRME

Anlamsız bulma alışkanlığı sonradan yapıştı kişiliğimize. İşine gelmeyeni, anlamak istemediğini kabul etmeme hakkı doğdu birden bire. Doğru söylenenin önemi kalmadı, eğer işine yaracak laflar etmiyorsan…
Eskiden doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar denirdi, şimdi kovmaktan beter edip, yok sayıyorlar. İtibarsızlaştırarak hayata küstürüyorlar. Elde kalan bir avuç sahici insanı da bu yolla kaybetmiş oluyoruz… Biz var olanın kıymetini anlamaktan aciz yaşamaya devam ediyoruz. Hep söylenir kaybetmeden evvel değerini bil diye, ama yüzyıllar geçti hala anlaşılamadı şu mesele. Rayına oturmadı. Neden mi? Biz kaybetmekten adeta zevk alıyoruz. Dertlenecek sürüyle olay varken,
'İnsanlık keşke bir beden 
küçülseydi,
kökten gitmek yerine.'


''Vicdan;yetiştirilmesi en zor insani
değerdir.''
BİTİŞ

Bitiyoruz  takvim yaprakları duvarlardan kalktıkça.
ufak mutluluklara hasret kalıyoruz.
gidiyoruz veda edecek kimsemizin kalmayacağı günlere.
hatır sorup bizimle dertlenecek gönülleri kaybediyoruz
kahvenin yerini, haz veren içeceklere bıraktığı bu çağda
çıkarsız bir hayrın yapılmadığı
kelamın küfre dönüştüğü mevsimler yaşıyoruz.
sabır ve sükutun terk edildiği ev yığınlarında
büyüdüğümüzü zannediyoruz.
biz, değişen alışkanlıklarla benliğimizden kopuyoruz.
koptukça kendi nefsimizde boğuyor hayat
nefis nefesle savaştıkça, kaybediyoruz.
BİR YEŞİL MÜCADELESİ

Yeşil, ayakta kalma mücadelesi. Sinema veya dizi dünyasına konu olmayı beceremeyen, insanların vicdanında da gittikçe köreltilen bir his. Gözlerin unutmaya yüz tuttuğu, olmasa da olur fikrinde sabit kılınan, bizi kokusuz beyaza yönelten bir hikaye…
Yeşil, akıllarda çocukluk anısı. Çınar iken, akıllar yontularak ortaya çıktı çam ağacı… Artık gece ayaza vurunca anlaşılıyor kışın geldiği. Sokaklar temizlenen baharın, çiçeğin, ömrü bitmiş yeşilin değil de izmaritin devri… Kainata inat, yaşlanmaya inat, ölüme inat çoğaldıkça kayboldu kuru yaprak
ESARETİN DİBİ

Koşarak büyüdük
hayaller için
pamuktan yapılmış ipe sarıldık.
gerçekler hiç olmadığı kadar uzağımızdaydı.
insanın içi görmezden gelmek isteyince
o perde iniyor aklın üzerine.
bugünü yaşamak uğruna
gelecekteki acıyı yaşamayı kabulleniyoruz.
ya sonra
BİR OLAMAMA KÜLTÜR VE BİRİKİMİ

Öfkenin zıttı bir olmaktır, diri kalmaktır. Tıpkı cenaze evini boş bırakmamak, asker uğurlaması yapmak, şampiyonluk kutlamak gibi. Nereden bakarsan bak, bir olmayı becer de istersen sonra yine öfkelenirsin. Bir kalmak için illa iyi gün gerekmez. Şimdi aha havalanmış bir taş geliyor, yolunu yapıyorum, kıvama getiriyorum bir nevi. İlla kazanmak gerekmez canım, kaybedeni de alkışlamak lazım yani. Velev ki kaybettik, yine de kızmamak lazım hem.
"Haz geçici
his kalıcıdır"
Daim olana kavuşmak nasip olsun
BİLİNÇ KAYBI 

Öncelikler dünyasında, öyle ya da böyle tükenen ömür halkasını tamamlarken; kendini unutan bireyler olarak yaşamı idame ettiriyoruz. Ama şunu atlamamak gerek; kendini unutan, birliğini unutur. Birliğini unutan, toplum bilincini kaybeder. Bilinci kaybolan akıl ise, hangi yöne çekilirse o tarafın esiri olur… Bilinç kaybı anında dil kaslarından biri görevini yerine getiremez hale gelir. Ardından dilin kaçması diye nitelendirilen olay meydana gelir, ki sonucu nefes kaybından ölüme götürür insanı. Peki nefes varlığında yaşanan bilinç kaybı? Sonucu aklın ölümü, insanlığın yitmesi, hatta duyusuz bir kuklalığa kadar götürür kişiyi. Demem o ki; aman ha, daha ölmeden bilincinizi kaybetmeyin...
AYNAYA SİRAYET EDEN YÜZLER

Yaşamak, alnımda bir yazı. Adımları saymaksa acizliğim. Duymak kocaman bir nimet, doğruların konuşulduğu yerde tabi. Hiç yalana tanık eden insan, yalan söylemeden eder mi? Müptelası olur bire bin katmanın… İnsan kendisini yeryüzünün meleği zanneder. Öyleydik… Büyüyünce şeytanla hem hal olana kadar. Şimdi… Çok kullanışlı arkadaşlıklarımız var. Bitmeyen çekiştirmelerimiz. Ağızda tat bırakan eleştiriler, mükemmelliyetçiliğimiz… Öyle uzun kelime ki, ondan yakışıyor üzerimize. Bir beden fazlasına sahip olmak adına içimize yalvarıyoruz. İyilikten banane! Fayda sağlamadıkça vicdanmış, insanlıkmış kimin umrunda? Sen de haykır, katıl içimizdeki şeytana.
KENDİNİ BEKLETME

Nakaratı yok. Ezber edilecek söz, dinlenilecek cümlelerimiz yok. Çamurdan yaratılmış Ademoğlu’nun sudan arındığında kalan kum tanesi kadarız. Yalnız, tek başına, kimsesiz ve duasızken çare olamayan… Pusmuş bir köşede düzene isyan edenin bedenin kime faydası var? Ayağa kalkarak ses et. Bir duruş da sen ekle. Ne körü körüne bekle gelecek gelsin lafzıyla, ne de çıkarım olsun diye. Zira beklemek duruş ister. Sadece umudunu diri tutan insan anlayabilir özünü. Sen kum isen suya kavuş, tek başınaysan yoldaşına er. Avcuna avuçlar ekle, terk et kimsesizliğin yalnızlığını. Dinlenilecek cümleler kur ve ezber etsin zihinlerde. Kendini, kendin olmak için bu kadar bekletme.
'İlmin ve bilimin kaynağını
duvarda tozlanmaya bırakıyoruz
Allah bizleri affetsin.'

''Yeni heyecanlar bile
geçmişi unutturamaz.
Yaşanmışlıklar,
hayatındır çünkü.''

Yalnızlığın dostu
kahvenin sıcak buharıdır.
ANLAMSIZ

Anlamsız
bazen kelimeler
bazen dizeler
bazen bütün kurduğum cümle…
hatıraların başına oturup
içtiğin kahve anlamsız.
sokak başına diktiğin gözlerinle
beklemek anlamsız.
ne uğruna heba ettiğini bilmeden
hayatı suçlamak anlamsız.
gençliğini ve geleceğini çamurda tüketmek
anlamsız.
anlamı eksik hikayelerde boğuluyoruz
yaşam, idrak etmediğin müddetçe anlamsız…


HAYKIRIŞ III

Sabah vakti
koskoca bir beden uykuya sevdalı
ermeye geç kalkmış
haddinden de fazla isyanı
sonra ayağı hep aksak
hayata yüklüyor bütün suçları
bir kere çamura bulanmış
hangi su temizleyecek o anlı
çare yok değil çare sensin
yanlış yolda arıyorsun Hakkı
avucunda koca bir ah kalmış
dirilme vaktinde nereye koyacaksın aklı.

YENİDEN BAŞLAMAK

Suç, bir elin sıcaklığını hissedemeyen kalpte büyümeye başlar. Ardından kabahatli olma hissi meydana gelir, kiminde erken kiminde ölüm kadar geç. İlk gözlerde vuku bulur. Uykusuzluk gibi kirli görünür aynaya bakıldığında. Ovuşturmak ise sadece çoğalmasına yarar; yüreği yıkanmamış bir bedenden çıkmayacaktır çünkü, kötülüğe olan düşkünlük…
Geceyi sevmezler, gece onlara yalnızlık, kocaman yüzleşme duvarı… Gece asıl mücadelenin başlangıcı. Geceyi sevmeyen birisi üşüyen elin yalnızlığını görebilir mi? Görmek, adı üstüne


''Beklenmedik anda 
gelen mutluluğun,
beklenmeyen gidişleri olur.''
‘ERDEM’İ   ÖZLEDİK

Hem hal olunacak onca sebep varken, kendisini kendine dert ediniyor insan. Geceyle baş başa kalma mücadelesi vermeyi seviyoruz. Galip gelemesek de, vicdanen rahatlama seansları uyguluyoruz, bom boş geçirdiğimiz koca bir günün sonunda… Peki ne denli boşlukta yaşıyoruz?
Yaşamın üç noktayla dolu cümlelerini tamamlamak adına, akıl gibi bir erdeme sahibiz. Ne yöne çekersen o doğrultuda çalışan, fesat veya iyi niyetli bir de kalbe. İkisinin aynı doğrultuda yer almadığı, aynı çatı altında barınamadığı yegane mücadele içindeyiz! Evet, yaşam erdemli kalma mücadelesidir.
Doğuştan gelen hisleri saklıyor olabilseydik, hiç uğraş vermeye gerek kalmazdı. Yeniden paylaşma çabasını yaşamazdık, yeniden içten bir tebessüm nasıl oluşur sorusuna cevap aramazdık. Zaten bütün
"Dert varsa
derman da vardır.
Doğruya yönelmek nasib olsun."
Hayırlı cumalar
 DÜŞÜNMEK AYRICALIKTIR

Zaman, düşünceye önem verme zamanı. Geçmişin fevri, öfke dolu, yüksek tona sahip cümleleri pek itibar etmiyor artık.  Devir, sessizliğin ardından gelen mantıksal hamlelerin devri… Zaferler kalemle kazanmayı da geçti, yazıya dahi alınmadan evvel,  zihinsel mücadeleden galip gelen kazanıyor. Öyle ama düşünmek kolay iş mi?
Düşünmek için aklı selime muhtaçlık var. Düşünmek için bilmeye, öğrenmeye, okumaya ihtiyaç var. Herkes düşündüğüyle işe yarasaydı, dünya bu denli leş hal almazdı. En basitinden zulümle ölmezdi kimse… Farkındayız değil mi ölüm ne kadar basitleşti algılarımızda?
Düşünmek, iyi niyetle birlik içinde olmalı. Seni doğru yola çeken şeyin dostların olması gibi,

Çizilmiş, yazılmış bir kader var.
yaşamaya devam et
fazla bulandırmadan içtiğin suyu...
'Sabrın kalmadığı beden de 
sevgi de barınmaz.'
 ALIŞKANLIKLAR YANILTIR

Yaşanmışlıklar, kimi nesillere tecrübe olarak miras olurken, bazı dönemlere ise en büyük yanlışlar olarak kalmaktadır. Değişim yaşayan insan davranışları sebebiyle, toplum yapısında da ciddi değişimler yaşanmaktadır. Bunun en bariz örneği alışkanlıklarımızdır…
Bugünün doğru olarak adlandırdığı bir davranış yahut zihniyet, yarınlara küflenmiş düşünceler olarak gelebilmektedir. Nereden ve hangi bakış açısıyla bakıldığıysa son derece önemlidir… Bir nesle güneş doğmadan uyanmak vazife icabıyken, başka nesle ise kocaman bir zulümdür. El uzatmak kalbi bir mesele iken, şimdi el açtırma ile tatmin olunabilmekte. Marifet ayıbı örtmekken, artık dillendirme en büyük amaç haline gelebilmekte. İçten bir kucaklaşma, yerini yalancı tebessümlere
Hür olmak için mi bunca kan?
Bunca çaba
Daha iyi yaşamak içinse eğer
Sorarım
Bu devirde ne ile beslenir oldu insan?
AFFET YA RAB

Yok
Ve olacak gibi değil.
Kimsesiz kaldığımız zaman anlayacağız
Ruhu öksüz kalmışları.
Ayağı bir adım dışarıda kaldığı için değil
Yorganı olmadığı için üşüyenleri
Mide de yer kalmadığından değil de
Yokluktan yemek yiyemediklerini
Belki bir zaman
Ama çok geç
Belki kimsemiz kalmadığında…
''Üşüyen bir çiçeğin içine kapanmasına
olan sevdasını andırıyor gülüşün,
gülüşün kendine saklı
sen hüznünde tutsak.''
ÇAMURA DÖNME!

Öyle ya emekliyordu insan, ayakları çamura değmeden önce. Gözbebeği bile masum bakıyordu, avucu kire uğramayan babasının ellerine. Eskiden aç yatanı yoktu sokakların. Neydi peki değişen? Madem insan değişmediyse… İnsan saygıyı hissetmekten öte durup, saygı duymaya başladı başlayalı bir ayağı hep pislikte. Pisliğe basanın namazı kabul olur mu hiç düşünün bakalım… Abdesti olsa bile.
Eğer kendimizi iyi anlamazsak, sokakların aç yatanı olur, anlamazsak susuz kalanları olur. Anlamazsak, varlığımızın anlamını da idrak edememiş oluruz… Bu acı bir durumdur, eğer umrunuzdaysa tabi.

Bütün insanlığın soyadı olmalıydı
"ADEM"
Hepimizin bir yerden geldiğini 
Anımsatacak,hatırlatacak kelime
İşte bu!
Karanlık;gözünü kapatmakla,
ovuşturmakla,uykusuzlukla,
çalışmakla,yorulmakla değil aklını
kiraya verdiğin zaman olur.
'Tüketim alışkanlıklarıyla kendini
tüketme devrini yaşıyor insan.'
"Hür olmayı arzuladıkça
Kader bilincinden uzaklaşıyoruz.
Hür oldukça yalnızlaşıyoruz"
Yeni bir pazartesi, yeni bir hafta. Bütün enerjinizle sağlıklı, huzurlu, sabır dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum. Kitap okumayı da ihmal etmeyelim 😊
HAYKIRIŞ II


Hal bu demek
tükendik mi
becerdik mi tüketmeyi
doyduk mu yani şimdi?
hayatta inanmam bu ihtiras varken
ölüm anında bile ağaç dik emrine
rezidans diken mahlukatız biz
insan, açlığına köle
zihniyet kıtlığı var bunca bollukta
sistem ödem tutmuş kabuk bağlamaktan
ne oldu da tutulduk çözümsüz iş yapmaya
eskiden utanırdık yalandan.
= SESLENDİRMESİ =

YAŞAMAK NE BÜYÜK BİR MÜCADELE

Nerden başlasam
önce bir soluk alıp
sonra umarsızca vermeye başlayarak
yani yaşamanın ne demek olduğunu hiç düşünmeden.
sonra odanın ışığını kapatıp
hoş bir müzik eşliğinde
hayal dünyamıza odaklanarak
hayal kırıklıklarımıza dert yanalım.
çünkü başka meşgalemiz yok ki
var olanı beğenmemek

''Ben bu çağın insanı değilim
saçmalığını bir kenara bırakmak lazım.
'kendini bulana'her devirde vazife 
vardır.''
NEY'E BAKMALI

Karanlık yanım,
nereye çekilse gidecek kadar karmaşık
her diktaya boyun eğecek kadar ince
yanlışa körü körüne bağlanacak kadar inatçı…
insan, kendini kaybetme derdinde
putlar sardı her yanımızı
para, şöhret, itibar, deri koltuklu makam
her şey dahil bu furyaya
biz, eksilmekten vazgeçmedikçe…
boşluk yanım,
kelimelerin tamamlayamadığı bir duruş
tanımlanamayan davranışlar silsilesi hakim üzerimizde.
insan, nakarat denilen tekrarlarda takılı kaldı
bunca bolluğa rağmen bir o kadar da çaresiz
sesin içinde kendine gelmeyi unutunca
kendinden geçmeler başladı içimizde…
unutulanlara inat varlığını koruyor ney
onun yolculuğu vicdan ile ses arasında
kendini inkar eden nefislere direniyor
neye bakmalı? ney’e…
yutkunup gönül gözüne bırakmalı
eski ama yeni bir düğüm
o ahengi anlaması zor
kalp ile değil kulakla dinlendiği müddetçe…
= SESLENDİRMESİ =

''Göz kapaklarına öyle ağır yük biner ki
Odana vuran ışıktan gözlerinin haberi olmaz.''
PUT

Titreyen sehpanın sesiyle güne başlamak
yeni dünya düzeninin bir adeti.
Zaman bile bizden çalınmış
biz esir olmaya mahkum olmuşuz.
Daha iyisi diye tutturulan put uğruna
hayat mücadelesinde
susuz gidip ölü dönüyoruz.
"Yolunu kaybetmiş bir benliğin 
Esiri olmayacağı hiç bir ideoloji yoktur."
''Varlığının nedenini bilmeden yürürsen 
Doğru ışığı göremezsin.''
 KAYBEDİŞTEN VAR OLMAYA

Güneşli günlere aldanan
dert ve tasanın uğramadığı insan bedenleri
umursanmayan hayat mücadelesinde yorgun düşmeyi
hiç aklına getirmez mi?
Zirveye doğru
her daim kötülüğe baş koyarak,
koşarak ilerleme pahasına ezip geçtiği bütün duvarlara rağmen,
yorgun düşeceğini düşünmez mi?
Kendini, yaşamı, ölümü, hakikati ve bahşedilen aklı kullanmak için
ölüm fermanını beklemek gerekir mi?
Kendini keşfetmeye giden yolda,
zalim düşüncelerle tıkansa da önün
özüne dönme çabası olmasına engel mi?
Hikaye bir varoluş meselesi.
Gerçekleri ölmeden evvel anlamaksa yalnızca gözünü açmakla mümkün…
Herkes kendi zihninin esiridir.
Kafese dar gelen ömrü özgürlüğe kavuşturmak
en mühim mesele değil mi?
sıyrılma zamanı sığdırıldığımız hayattan
düğümlenen dilleri hakikat uğruna bozma vakti şimdi
kalk ve ses ver yeniden.
insan yaşamak uğruna kendisini nasıl kaybetti?
= SESLENDİRMESİ =

''Huzur arayışı yüzünden
Öylesine yorulduk ki,öze
Bakmaya mecalimiz kalmadı.''

Geceyi seviyorum
Gece aklım sen
Gece düşüncem sen
Sen ve gece...
Kavuşan tek güzellik.

NEREYE BU GİDİŞ
Gidilen ve dönülen hikayeler unutulmazmış
unuttuk işte
neden dönüyor hala bu yalan
kendini unutmadın mı hiç hatıra saklı bir fotoğraf karesinde
gıcırdayan tabure sancısıyla çınlamadı mı kulakların
özlemin yalnızlığında sancıya kalmadın mı gebe?
her şey unutulur ama yolculuğun sebebi unutulmaz.
nereye böyle, hangi yöne?
bilinçsizce binilen bir tren değil ki hayat
sebepsiz gidebileceğin eğlence dolu bir macera da değil.
bir anlamı var
‘’oku’’ emrine itaat eden için.
kendini bulmak isteyene bütün ayrıntılarıyla apaçık bir yol
hatırlar mısınız insanlığı kaybetmiştik?
merhamet ve vicdan ölçülerimizi saymıyorum bile…
yeniden kavuşmak ve aksak kalan insan anlayışımızı dipdiri yapmak için
herkesin seçtiği bir yolu olmalı.
ya kendini dinle
ya doğruya kulak ver.
esir etme
esiri olma kimsenin.
son bir tavsiye…
at gözlüğünü kullanma yola çıkarken.
= SESLENDİRMESİ =

"Konforlu hayatın içinde hüzne sahipsen
Kalbini yanlış yerden besliyorsun demektir."
Vicdanının değerini
Gözyaşı ölçer...
Diyeceğim ama
Artık onun da
Sahtesini çıkardılar.


YA DİNLE YA DA GÖZLERİNİ AÇ

Güneşli günlere aldanan, dert ve tasanın uğramadığı insan bedenleri;  kölesi olduğu hayat mücadelesinde yorgun düşmeyi hiç aklına getirmez mi? Zirveye doğru her daim
kötülüğe baş koyarak, koşarak ilerleme pahasına ezip geçtiği bütün duvarlara rağmen,
yorgun düşeceğini düşünmez mi?

Kendini, yaşamı, ölümü, hakikati ve bahşedilen aklı kullanmak için ölüm fermanını beklemek gerekir mi? Hayal dünyasından kopup gerçeğe giden yollarda zalim düşüncelerle tıkansa da  önün, özüne dönme çabasında olmana engel mi? Hikaye bir varoluş meselesi. Gerçekleri ölmeden evvel anlamaksa yalnızca gözünü açmakla mümkün…

Herkes kendi zihninin esiridir. Kafese dar gelen ömrü özgürlüğe kavuşturmak en mühim mesele değil mi? Vicdanın, insanlığın özgürlüğe kavuşması duasıyla…
HAYKIRIŞ 

Derde takıldı gözüm
taşa döndü ömrüm
kelimeler gize bulandı da
özünü unuttu gönlüm.
sırra erdi lügat
karardı mahşeri kainat
derdi bilmeze sığındı da
küstahlık etti bu zat.
kelâm bilmezdi insan
kendin olmazdı fıtrat
adın selam olmazdı da
okunmasaydı sâlan…
= SESLENDİRMESİ =


Seyirci olduğumuz sahnelerin dramına
adapte edemiyoruz kendimizi.
neden mi ?
acıkmak için aç kalmak
yaşamak için ölümü hissetmek gerekir.
EKSİĞİZ

Bugünlerde yorgunum. Ne dünya meşgalesinden, ne kendi halimden, ne hantallıktan, ne günün yarısında uyumaktan… Bugün, varlık sebebini terk etmiş insan yığını olmanın acısını yaşıyorum. Öylesine tırnak ucu mesafesinde meselelerle meşgulüz ki, ölümü konuşmaktan korkuyor, gözleri açmaktan endişe duyuyor, kulağımızı çığlıklar hırpalar diye sessiz kalıyoruz. Kelimeler içimizde çürüdükçe kartlaşmış bir kalbe erişiyoruz. Ufak bir yavrunun ağlayışından bile merhametlenemiyoruz. Eksiğiz… Ve büyüdükçe eksiliyoruz.
Rahmete nail olmak
huzuru doğru kapıda aramak
nasip olsun.

YA DİNLE YA DA GÖZLERİNİ AÇ

Güneşli günlere aldanan, dert ve tasanın uğramadığı insan bedenleri;  kölesi olduğu hayat mücadelesinde yorgun düşmeyi hiç aklına getirmez mi? Zirveye doğru her daim
kötülüğe baş koyarak, koşarak ilerleme pahasına ezip geçtiği bütün duvarlara rağmen,
yorgun düşeceğini düşünmez mi?

Kendini, yaşamı, ölümü, hakikati ve bahşedilen aklı kullanmak için ölüm fermanını beklemek gerekir mi? Hayal dünyasından kopup gerçeğe giden yollarda zalim düşüncelerle tıkansa da  önün, özüne dönme çabasında olmana engel mi? Hikaye bir varoluş meselesi. Gerçekleri ölmeden evvel anlamaksa yalnızca gözünü açmakla mümkün…

Herkes kendi zihninin esiridir. Kafese dar gelen ömrü özgürlüğe kavuşturmak en mühim mesele değil mi? Vicdanın, insanlığın özgürlüğe kavuşması duasıyla…
KAPININ EŞİĞİNDE

Hayatın hep bir eşiği var. Fazla yürürsen kaybolduğun, eksik adımladığın da ise yok hükmünde kaldığın bir sınırı. Kimi zaman göremediğin, farkında olup da umursamadığın çizgileri var. Hayatın sınırı, insanın fıtratında saklı… Kendine duyduğun kıymeti başkalarına gösterdiğin gün o eşik çizgisine olan korkun biraz daha ötelenecek. Önceliklerin eğer kapının farkındaysan değişebilecek... Değişim, insanın yeri değişen sandalyeden bile korkması. Değişim, ya beğenmezlerse endişesi. Değişimin varlığı bile bir eşik meselesi…
O çizgi göz perdelerine inen korku yerine beyazlar içinde bir tebessüm olduğunda, kapı açılmış, yolculuk başlamış, takvimler ilk günü gösteriyor olacak. Peki ya o kapı aydınlığa çıkmıyorsa? O vakit hangi kapılar ardına saklanacağız..?
= SESLENDİRMESİ =

DUVARLARIN ARDINA SOR

Biliyorum. İş işten geçince başlıyor muhabbet. Huyu kurumayan insan farkına varamıyor hala kendine sunduğu bahanelerin. Yaşam elden akıp giden su gibiymiş. Gitsin… Ömür tüketime tabi, bedeni ekşiten, yumuşatan, boynu eğdiren, kemik sızlatan bir mücadeleymiş. Varsın bu da böyle olsun. Hangimiz yaşamı farkında olarak yaşadık ki?
Sorular büyük sorumluluklar yükler. Sorduysan düşünmeye mecbursun. Sorduysan muhasebe etmek zorundasın. Kendine soran, insanlığa sormuş gibidir. Sormak, anlamanın en yücesidir. Sahi, parmak kaldırmak hala utanılacak bir şey değil mi? Eğer kaldırmazsan o eli, bir gün unutursun nereden geldiğini, benliğini, yeşile boyanmış çimin altında yatan toprak gerçeğini… Kan, sadece damarlarda değil, can sadece iskeleti taşımıyor. Yüzlerce yılın ağırlığı ve hatırası var üzerinde. Baktığın zaman aynaya yan gelip yatanları mı görüyor gözlerin? Yoksa sen de bu genç yaşınca beyin körü mü oldun? Buzulların ardına bak, toprağın altına, dağların üstüne, kitapların yalnızca arka kapaklarına değil içine bak. Sorduklarını ara. Geçmişinden bugüne getirdiklerinde.
= SESLENDİRMESİ =


                                                                 
YILLAR SONRA

Yıllar sonra bir gün
Aynı kaldırımdan geçtiğimizde
O hep hissetmiş olduğum kokundan bir tutam çekicem içime.
Sonra adımlarım yavaşlayıp keşke
Keşke olsaydın dicek…
Yıllar birikmişti göğsümde
Hayat geçiyorda, acılar geçmiyor içimde.
Yarın bir başkasıyla aynı kaldırımda
Belki el ele
Belki bir üçüncü ufak avuçla yürürken.
Ah edicek içim.
Saçlarından bir tel konduğu zaman üzerime
Hatıraların gölgesine sığınıyor olucam.
Ben miydim zalim? Sen miydin zulüm?
Cevapsız kalıcam.
Yıllar sonra bir gün
İlk evet deyişinde
Kaybolucam, yitip gidicem.
Sahi, ölüler kaybolur mu hiç?
= SESLENDİRMESİ =

HİÇ DÜŞÜNMEDİN Mİ ?

Yazılanı bozmak haddine mi? sana biçilen rolü düzgün oynadın mı ki? sorular silsilesine kapılmadan önce bir bak hele mutlu olmayı hak ettin mi?
Onca insan susuzken boğazı hiçlikten kururken derisi kemiğe yapışırken, ben ne ediyorum demeyi akıl ettin mi?
Bir hayıflanmadır adet edinmiş dilin hayatı geçtim, aynadaki seni beğenmez oldun bıraksalar dibine kadar yaşayacaksın hayatı. hadi yaşadın diyelim ölümün de var olduğunu hiç düşünmedin mi?
 = SESLENDİRMESİ =

KURSAĞIMDA TOPRAK
                     
Bir ses etsen.
Bir damla yağmur yollasan pencereme
Keşke İki günlük dünyayı
Kabus dolu susuşlara sığdırmasaydık.
Susunca…
Susunca toprağın kokusu geldi burnuma.
Kursağına toprak takılması nedir bilir misin?


Her yağmur mevsiminde hatırlar insan, insanları
Yerden seken çamur gibi lekeler bulaşır gönlüne
Silince geçmez de rengi çıkar teninden.
Yağmur yorar
Kimine huzuru anımsatır kimine toprağı.
Toprak olmak nedir bilir misin?


Sandalye gıcırtısına teslim olursun
Pas tutar parmak uçların camın buharını silmekten.
Ağır bir perde göz kapaklarının üzerine binmişken
Odan aydınlanır da ışık inmez gözlerine.
Toprağın karanlığı nedir bilir misin?
= SESLENDİRMESİ =

MAVİYİ YAŞA
Mavi, sığınma adresidir.
Mavi, ümidin insanda vücut bulduğu
Bedenden sıyrılıp hayale sığınanların
Bardağın dolu tarafıyla meşgul olanların
Yarınların, umutların…
Mavi, insanlığın rengidir.

Tek kişilik koltuğunda cam nöbeti tutanların
Çaydanlığın fokurdamasında hayat bulanların
Çalan kapı sesiyle çocukluğuna kavuşanların
Yeryüzünde ve gökyüzünde O’nu görenlerin rengidir.
Mavi, yaşam belirtisidir.
= SESLENDİRMESİ =

SEVMELİ

Elinle dokunduğun her nesne vazgeçilmezin olur.
aklını esir bırakırsın, fikrinin baş ucunu oturup zikrin olur.

göz kapaklarına yerleşir hasreti
geceleri uykun, sabaha güneşin olur.
               
aydınlık vurunca odana, kokusu avcuna sinmeye başlar
lanet ettiğin duygular, takıntın olur.

geçici bir duygunun esiri olmaktansa, alın yazısı olmayı istediğimizde
kibir, aşkın önüne geçmiş olur.

önce hak ettiğine inanmalı insan.
kalbinin dokunduğunu sahiplenmeli.

bazen ufak bir bebeğin elini sevmeli
bazense bir kadını…
sırf gözleri için.
TABLET YEŞİLİ

Çok rahatsızım betonun üzerine kaplanan hazır çimlere yeşillik deniyor olmasından.
Solmayıp isyan eden çam ağaçlarına mahkum edilişimizden.
Yaprak döküyor endişesiyle ağaç dikilmemesinden.
Dikeni var diye gülü koklamaktan mahrum kalınır mı hiç? Alma o vakit nefes. Tüketme.
Bizden parçamızı söküp alıyorlar ‘’daha iyi yaşamı’’ sunma vaadiyle
Ya biz ne yapıyoruz? Evvela yüzme havuzuna tav olup kaldırım taşları arasına serpiştirilen yapay yeşilliğe kanmaktan başka…
Neye talepkar olursan onu bulursun. Yeşile muhtaçlığının farkına varmazsan bu sömürü düzen rant vermeyen yeşili neylesin?
Sonra oturduğun yerden, yeşil renkli duvar atmosferinde, camdan leş gibi kokular eşliğinde manzara fotoğraflarına iç geçirirsin…
Paraya ihtiyaç var mı? Evet. Yemeğe ihtiyaç var mı? Evet.
Peki ufak evlatlara rızkı, büyütmeyi ,emeği, kokuları, huzuru, doğayı tabletinden mi öğreteceksiniz?
SESLENDİRMESİ =

YAZARAK YAŞIYOR İSEN 

Yazarak yaşıyorsan eğer hayatı,
sevdiğin insana tutsak bırakma kendini.
sen kaleminle yaşa, o ise başka ellerde.
sen, varsın kağıtlarında yaşat onu
ve o yalandan bir tema olsun başkalarının hayatında.
hep dediğim gibi
''bırakın,saklı bir öykü olsun aşk''
kimsenin bilmediği...


ANLAŞILMAMAK

Hiç anlaşılamamak, 
yaşam fonksiyonlarının elinden alınmasıdır insanın.
atar damarın değilde,
ona atan damarın kesilmesidir.
AŞK KAL

Sadece benim bilmiş olacağım
ve yağmasını yalnızca benim beklediğim bir yağmurum olduğun gün,
belki yine seni görürüm.
elimde seni düşünürken ki biriktirdiğim ıslaklıkla çıkarım karşına
hiç beklemediğin bir an.
o yüzden sen hep yağmasını beklediğim yağmurum,
elimdeki utangaç ıslaklığım olarak kal.
öyle kal ki,sana son sözüm hoşçakal değil

aşk kal olsun...
İNSANLIĞI YAŞATMAK

Kaybetmekten her zaman korkmuşuzdur
ve genelde bu yüzden kaçırmışızdır elimizden sevilebilme duygusunu.
'ya başkasının olursa ' cümlesini bir yol haritası gibi seçmiş,
ama bir türlü aslında o zaten benim diyememişizdir...
bu günlerde en çok kaybetmeye alıştığımızdan olsa gerek;
ya insanlığı da kaybedersek diyorum
yani bir gün,sevmeyi de sevilmeyi de önemsemezsek
o zaman kim sahiplenecek bir çiçeği kokusu solmadan
biz insanlığımızı kaybedersek içine mi atılacak bütün dertler
biz insanlığımızı kaybedersek,
bacağı kırılmış bir güvercini buluşturamayacak mıyız sıcacık avuçlarla.
eğer bugün,yarın ve sonrasında da kaybetmemeliysek değerlerimizi,vicdanımızı
bunun yolu sevgiyi, şefkati unutmamaktan geçer.
biz sevmek neydi?'yi unutmamak için
 önce insanlığı yaşatmalıyız...
İNSANIN SUÇU

Biz hayallerimizde terki olmayan bir aşkı
ihaneti olmayan bir dostu
ve aldatmayan bir hayatı büyüttükçe aldanırız.
oysa yalnızca hayat mıdır bize çelmeyi takan?
hak edilmeyeni sevmek,
ihanet zincirinde yaşatmak dostlukları
aldandıkça akıllanmadan takılmak habire aynı surlara..
bu da biz insanların suçu değil mi?

MUHTACIM

Güzel günler gelecek, çok güzel günler
İçinde yalanların, maskelerin olmadığı
Şehrin uğultusuyla martıların dans ettiği günler
Sana geleceğim ey İstanbul
En büyük aşklara mezar olan
Ab-ı aşkın şehri
Benim aşkımı da al engin mezarlığına al da kurtulayım
Asırların şahit olduğu güzelliğine bir de bu yüzden aşık olayım
Kurtar beni bu dertten
Mazinin aşklarıyla kirlenmiş sularında yıka
Kirlet şu yüreğimi de sussun artık o melek
Mutlu olmayı öğret bana, mutluluktan sarhoş olmayı
Caddelerinde, surlarında, boğazında
Mutlu olmayı öğret her anımda
Aşka inancım kalmadı ama
Aşık et beni kendine
Ayrılamayayım senden
Ve senden öte bir aşk kalmasın bende.
CESARETSİZ ŞİİR

kanayarak içilen değil
yanarak edilen sözlere esir dudaklar.

kim, kapıya sevme ihtimali geldiğinde
yüreğine üfleyerek, buyur eder ki ?
yanma pahasına kül olmayı tercih ediyoruz.
kim, bu közün üstüne su döker ki ?

KELİMELERİN PİŞMANLIKLA SAVAŞI

Sadece aptallar aşık olurmuş bu dünyada
Anladım geç de olsa.
Değmezmiş hiçbir aşk gözden akan damlalara,
El değmemiş sandığın o tertemiz duygularınmış
Ceset kadar soğuk alev gibi yakıcı kinin sebebi.
Elindeki her şey kayıp giderken avuçlarının arasından
Aldanmakmış kış güneşlerine, aşk dediğin o masal.
Peri masalları kadar gösterişli
Tüller ardına saklanmış ışıklı bir dünyaymış
Aydınlığa uzandıkça ellerin karanlık kuyularda kaybolduğun,
Lekesiz sandığın kalbinin sığınağı...
Loş odalar
Ayrılık saati yaklaştıkça saklanır dünyan siyah tüller ardına
Rüzgarı hissedersin teninde, nereden geldiğini bilmediğin bir esinti
Alır götürür seni hüzün denizine.
Şarkıların anlam kazandığı limanda
Ilık rüzgarlar kurutur aşktan ıslanan yanağını
Kırık bir kalp kalır sana
O peri masallarından geriye.
Lüzumsuz anılar canlanır gözünde
Umudun tükendikçe kinin büyür
Resimleri parçalamakla başlar büyük sandığın nefretin.
Mahvolmuş bir maziden ibarettir o anki hayatın
Usulca kararır dünyan
Şehirden uzaklaştıkça, gözlerin içi sızlar, aptal yüreğinin...
MASAL KAHRAMANI

İyi ki uysal bir masal olmadın
eminim
kısık ses tonuma çok yakışırdın.
bazen var bazen yok denilesi bir hikaye olurdun.
uykulu kaşların gülümserdi uyanık yüzüne inat.
sessiz bir buse alırdım ömründen
ömrüme katmak ve sana adanmak için.
aşk duyulası bir masal olsaydın yapamazdım sensiz
iyi ki de değilsin diyorum
alışınca, bitime yaklaştıkça, sen aynı hikayeden sıkılınca
adanmış olmak, sensiz olmaktan daha beter olurdu.
iyi ki diyorum, bir masal kahramanı olmadın.

BOŞ ''LAF'' Google Play Store'de satışta


HALA ANLAMADI

Ayakları titriyordu
Ruhun müziğe adanması gibi adıyordu kendini
Ölüm duygusuna benzer bir sessizlikle.
Dudakları büzüştü
Soğudu elleri
İlk terk eden avuçlarındaki heycansı terler oldu.
Musluğu açtı
yalnızlık kokan pas kokusu sardı bir aydır değişmeyen havluyu.
Yüzünü yıkayıp yaşadığını anlamak istiyordu.
Küfe dönmüş yüzüyle aynaya baktı.
Göz bebekleri güve yapmış, göz yaşları aka aka
Sessizliği evi sardı.
Kapının deliğinden suyun buharı çekiliyordu.
Temiz havaya teslim oldukça nefesi daralıyor
Pıhtıya merhaba diyordu, içindeki seyahat eden kanı.
Hala anlamadı, yüz kere yıkasa da yüzünü
Her gün değiştirse de havluyu.
Kapının deliğini kapasa da bir pamukla
Elleri cebinde gezip hep sıcak tutsa da…
Hala anlamadı, aşık olduğunu…




HASTALIK SAHİBİ

Topuklarından kan sızıyor
ölesiye bir kaçış mücadelesinden.
ardına bakmaktan aciz gözleri
esir olmuş tuzlu damlalara.
bileklerinde ritmin telaşı
göz bebeklerine vurmuş bir korku olarak.
heycanlı, acılı, umursamaz bu aralar…
ölüm anı ne denli sakin geçirilebilecekse
o kadar bakıyor artık
dünyaya gözü…
BAKIŞ AÇISI

Topuklarından kan sızıyor
ölesiye bir kaçış mücadelesinden.
ardına bakmaktan aciz gözleri
esir olmuş tuzlu damlalara.
bileklerinde ritmin telaşı
göz bebeklerine vurmuş bir korku olarak.
heycanlı, acılı, umursamaz bu aralar…
ölüm anı ne denli sakin geçirilebilecekse
o kadar bakıyor artık
dünyaya gözü…
BİR TEBESSÜM

Tebessümün sadaka olduğu günleri
kitaplardan tanıyan nesiliz…
bir ayıbı açığa vurmak istiyorsan gül
acı çekiyorsan, gül
acıyorsan gül
vicdan muharebesini kazanmak için, gül.
oysa gülmek bir tebessüm değildir.
gülen insanın yanakları,
tebessüm eden insanınsa
kalbi genç kalır...
BİR OLAMAMA KÜLTÜR VE BİRİKİMİ

Öfkenin zıttı bir olmaktır, diri kalmaktır. Tıpkı cenaze evini boş bırakmamak, asker uğurlaması yapmak, şampiyonluk kutlamak gibi. Nereden bakarsan bak, bir olmayı becer de istersen sonra yine öfkelenirsin. Bir kalmak için illa iyi gün gerekmez. Şimdi aha havalanmış bir taş geliyor, yolunu yapıyorum, kıvama getiriyorum bir nevi. İlla kazanmak gerekmez canım, kaybedeni de alkışlamak lazım yani. Velev ki kaybettik, yine de kızmamak lazım hem.


Efendim bizim milli takımın renklerini anayasaya yazıp, uyulmadığında da cezayı yapıştırmak lazım. Arkadaşım kırmızı beyaz işte nedir bu şahsi takım inadı? Bir gün o formayla maça gitmek için dünya şampiyonu olmuş olmak farz değil, şimdi de serbest. Üstelik maça gidiyorsun hem de Türkiye diye bağırmaya. Koskoca futbol camiasındaki abilerimiz bunu çözemedi de ben kim oluyorum ki? Benim amacım başka, konuya futboldan giriyorum ki heyecan artsın, ilgi olsun hele bir. Sonra gerekeni konuşuruz nasılsa. Bizi en çok beraber kılan konu futbol iken bunda bile bir olmayı beceremiyoruz anlayacağınız. Başka konuyla örnek vermeye gerek var mı? Bence yok. Haydi şimdi TV meditasyonuna devam. Ommmm… Uyuyalım bakalım, uyuşalım, kürleri yapıp güzelleşelim. Ommm…
AF DİLEMEK İSTERDİK AMA…

Yaşamı suçlamayı bilenler kuşağıyız biz. Kusuru örtmek yerine dile getirenlerdeniz. Yüz kızarması nedir unutan neslin, son model kurbanlarıyız.

Biz, şarkılarla triplenip; sabah uyandığında bir acısı olmayanlarız. Avuç açmadan zorluk çekenlerin, avuçlarını görmek uğrunda koşan tayfasıyız. Açın halini, karnı doyurduktan sonra hatırlayanlarız. Hele ki varlık görmeyelim, bir daha yokun dilinden hiç anlamayız.
Biz, çok lanet bir halt ettik kendimizi kaybederek… Af dilemek isterdik ama, hala ‘’daha ölmeye var’’ diyenlerdeniz.
TV’DE ÖFKE KONTROLÜ

Biz ne ara asabileştik. Hem de dünya git gide modernleştiğini iddia ederken. Yaşam standartları olgunlaşırken, hazır ömür süresi de uzuyormuş o halde nedir bu can sıkan? Kime bu öfke, hayır bağırıp çağırınca dünyanın merkezine mi koyacaklar bizi? Öyleyse eğer kulağı ağır işittiğinden herkesi sağır zanneden dedelerimiz yaşadı. Şaha kalkacaklar demektir yetmişinde.
Efendim hiçbir şeyi beğenmiyoruz. Haber sunanı da, maç anlatan spikeri de, daha geçen hafta aldığımız ayakkabıyı da. E haliyle isyan ediyoruz, sabredeceksin de ne olacak yani değil mi? Öyle stres mi atarmış insan? Git oradan sen de… Geçiştirmeleri kaldırın artık şu modern çağa girmişken. Vallahi sonra attıracağız kendimizi. Maazallah ömrümüz istatistiklerde kısalır.

Sabır üzerine çok kelam edilmiştir, biraz da ben yazayım diyemiyorum, haddime değil. Biz öfkeye devam edelim, öfke iyidir, candır, heyecandır, dimi güzel abilerim? Bağırın, maşallah, sesinize kurban… Tahammülsüz olmaktan bunlar. Tuttuğumuz takım kaybetmiş, ya hep mi kazanacak. Babamın da dediği gibi ‘’Bize para veren mi var?’’ Diziler sürekli reklama giriyormuş, izleme ablacım, sonra gaza gelip ocakta unutuyorsun yemeği, haybeye israf… Yaşım da küçük anlamıyorum ama, sinirlenme katsayımız arttı her şeye. Yakışmıyor koca adamlara, kar topu attı diye adam öldürmek, çocukların topunu kesmek. Azcık sükunet, azcık sabır. Onca program dönüyor TV’de ‘Öfkeyi kontrol etmenin yolları’’ diye, hiç mi işinize yaramadı yani. Yakışmadı ablacım, sen ki bu civarların en televizyon müptelasısın, sen de böyle yaparsan ne ola bizim halimiz…
EMEĞİ UNUTTURAN TEKNOLOJİ

Evde rahat koltuğuma uzanarak yapmış olduğum çalışmalarda, son yıllarda kolay elde etme alışkanlığı edindiğimizi tespit ettim. Zor olmadı, kendime baktım ve yazdım. İlla amcalarımıza laf edecek değilim hoş, hem kendimden helallik alması da kolay.
Efendim rahatına düşkünlüğümüzden dolayı, kolay başarıyı, bizi yormayacak şekilde para kazanmayı, yolumuzu bulmanın planını yapıyoruz. Yok kardeşim, ben kimseye beleş para verildiğini görmedim. Babam bile sırf okuyorum diye para veriyor.
Eskiden, yani bundan birkaç senecik önce, Kuran okumayı öğrenmek için her yaz camiye giderdik. Hep isyan ederdik yazın gelişine. Çocuk aklıyla beğenmezdik hani. İşte bu sorun bilim adamlarımız sayesinde ortadan kalkmış bulunuyor. Ellerine sağlık efendim. Şimdi namazı öğreten seccadeler var, anneye gerek kalmadı. Bir de öğretici CD seti alınca camiye gitme gereği de kalmadı. Tamam da mübarekler, insan çocukluğunda girmediği yere tam gençlik çağında, içi horon teperken gider mi hiç? Bunlar mı yani yüzyılın icadı? Oysa ne güzel tenefüs araları olurdu, bahçede güreş tutardık (hep de yenilirdim, boş ekmek yediğimden kalıplı gözükürmüşüm annem öyle derdi), bir sonraki tenefüs Casio saatlerimizle maç yapardık.  Bence yılların en iyi icadı o saatti mesela, her nesil tatmıştır o duyguyu… Neyse konuyu dağıtmayalım, bu iş de ticaret sektörünün eline geçti. Yaşasın teknoloji, yaşasın mucit amcalar.


Düşünüyorum da demek ki iyi para var bu işte. Ver bakalım oradan abine üç liralık fikir, biz de yolumuzu bulalım…

VAZGEÇMEYİ BİLMELİ

VAZGEÇMEYİ BİLMELİ

Öyle bir huyumuz var ki, kurumasını istesek de daha çok dibine su vermeyle uğraşıyoruz. Nerede kötü bir hal varsa onu tercih etmek yerine, sükunla düşünmeyi seçsek; öğrenirdik vazgeçmenin önemli bir davranış olduğunu… Vazgeçmek kaybediş değildir, vazgeçmek yenilgi olmaktan çıktı ve galip olanları ilan ediyor bu devirde. Asıl zor olan inat etme duyusu. Onu bir kenara bırakıp, vicdanınla aynı doğrultuda olana dön artık. Vazgeçmesini bilecek insan; güçten, nefisten, öfkeden, yalnız olmayı rehber edinmekten, yanlıştan, yanlışa götüren doğrulardan…
 AYNAYA SİRAYET EDEN YÜZLER

Yaşamak, alnımda bir yazı. Adımları saymaksa acizliğim. Duymak kocaman bir nimet, doğruların konuşulduğu yerde tabi. Hiç yalana tanık eden insan, yalan söylemeden eder mi? Müptelası olur bire bin katmanın… İnsan kendisini yeryüzünün meleği zanneder. Öyleydik… Büyüyünce şeytanla hem hal olana kadar. Şimdi… Çok kullanışlı arkadaşlıklarımız var. Bitmeyen çekiştirmelerimiz. Ağızda tat bırakan eleştiriler, mükemmelliyetçiliğimiz… Öyle uzun kelime ki, ondan yakışıyor üzerimize. Bir beden fazlasına sahip olmak adına içimize yalvarıyoruz. İyilikten banane! Fayda sağlamadıkça vicdanmış, insanlıkmış kimin umrunda? Sen de haykır, katıl içimizdeki şeytana.
İnsan
yaratılmışların en mükemmeli
en acizi.
insan
mevsimlik yaz yağmuru
kimine bereket
kimine zulüm…
insan
şeytanın aynaya sirayet edişinde
karanlığın ta kendisi.



DAĞLARIN DA  YERİ DEĞİŞİR 

Dalıp dalıp gittim içimin dağlarına…  Bir yanı kırık, diğer yanı kıvrım dağlarına… Hele bir de kalbimin en doğusu vardır ki… Nemrut Dağı’ndan güneşin batışını seyreder. Mihman olana mihmandarlıkla karşılık verir şairin dizeleri… Sonra değişimden açılır bahis, bu kuru gürültüde… Zaman değişir. Hele en çok zaman… Tohum büyür, gelişir. İnsan doğar, apalar, yürür. Nefes alış-verişi değişir. Hiçbir şey, kalmaz ilk günkü gibi kaldığı yerde… Beşer aşka duyduğu hasret bile değişir. Yok olacak kıvama gelir. Savrulan yanı değişir. Her şey bir yana… Aşıklık isabet etmişse bir insana, değişimin hası onda gelişir. Az gider, uz gider. Dere tepe düz gider. Dünyalık denizinin ortasına dokundurur işaret parmağını…   Bir damladan dağılan titreşim, onu olduğu yerden uzaklaştırır da uzaklaştırır. Uzaklaştığı yerden, yakınlaştığı yere doğrudur akıbeti… Akıbet, değişimin ışıltısı… Rahman ile kurulan bağın pırıltısı… Bir garip avuntusudur. Değişimdendir zaar debelenmesi… Debelenişi, gönlünden akan sayfalar dolusu bir kitaptır.

  Dalıp dalıp çıktım içimin dağlarından… Halime baktım da, gittim Hasan Dağı’na oduna… Kaçtım seccademin sonsuz yaprakları arasına… Günler, aylar, mevsimler geçmeden anlamıyor insan başına nelerin, hangi sebeplerle geldiğini-geleceğini… Çoğunun düşünmeyi bile aklına getirmediği, azının ise düşüncenin kıyısında şekle takılı kalan yanıyla yastığa koyduğu başını çelgilediği… Yastık demişken… Geceleri bir tek yastığım anlar beni… Yastığımdan kalbimin mutfağına kapı açılır her gece… İçeride kazan. Kazanın içinde çorba… Tarhana çorbası… Gel, sana  da sıcak bir pide bölerim yüreğimin en yangınlı yerinden… Yerim derken… Yerim yoktu ki benim… Çıktım miss kokulu kalbimin mutfağından…  Dağlardan ovalara bol bol sükût taşıdım. Gökyüzü ve kuşları iliştirdim gözlerime…
Ölümün değişmeyen bir moda olduğunu, mezarların yanından bir rüzgâr gibi geçerken anladım…
Vesselam…
YENİ DÜNYA  İNSANI

Büyük değerlere sahip olanlar, kaybetmeye meyilli bir hayat idame ettirirler. Çünkü elde tutmak, kazanmaktan daha zor olanıdır. Asıl sorumluluk, bu değerleri hak edişin altında ezilmeden yaşatabilmektir. Şimdi mesele, bizim bu yükün altında ne denli başarılı olabildiğimizi düşünmektir.

   Bizi biz yapan, yol gösteren, yol bulduran büyüklerimizi yad etmeyi bilirdik. Dilde kelamın olduğu, selamın eksik olmadığı dostluklar biriktirirdik. Kendinden evvel başkasını düşünme duyusuna sahiptik. Körelmeye başlamış olsa da birazcık insanlığımız vardı. Şimdilerde herkesin satılığa çıkardığı vicdanları, en büyük hazineydi bir zamanlar. Vicdan; parayla besleniyor artık, merhametle değil… Ayaklar altına alınan alışkanlıklar, baş tacı ediliyor hiç hız kesmeden. Bugünün doğruları, geçmişin bütün tecrübelerini siliyor lügat ’tan. Yeni doğan her bebek, başka bir insanlık mevsimine denk geliyor…

  Okuma yazma oranı artıyor, basılan kitaplar da öyle. Okuduğunu anlama, anladığını yaşama oranıysa diplere oynuyor. Bu tezat nereden doğuyor dersiniz? Gerçekçi, kendinden emin, sağlam temellerde yaşarken; hayalperest ve masalsı yaşantılara olan, özentilerle dolu bir bakış açısına evriliş yüzünden olabilir mi? Kaç baskı sansüre uğruyor gençliğin gözleri?

Zamanın hızla aktığından şikayet ediyoruz. Bu zamanı olur olmaz meselelerle, boş meşguliyetlerle dolduran biz değil miyiz? Vaktimizi sömüren dünyaya sınır çizme yetkisine sahip değil miyiz? Bunu da mı aldılar elimizden. Sahip olduğumuz ne kaldı öyleyse?… Kalan bir avuç umut da olsa bizim borcumuz bunu biriktirmek olmalı. Yeşertmek olmalı. Atılan tohuma güneş olmalı. Tebessüm sunmalı cesaret barındıran her işe.

 Kaybetmek hızlıca gerçekleşti, kazanması zor olsun. Zor olan kıymetli olur, kıymete binen bir daha kolay feda edilmez. Demek ki bize insanlığı, vicdanı, güzel bir geçmişi hazır halde sunduklarından değerini bilemedik. Öyleyse kendi alın terinle, tırnaklarınla kazıyarak değil de el ele vererek… Yeniden inşa etmeli. Eksik bırakılan ne varsa.