BİLİNÇ KAYBI
AYNAYA SİRAYET EDEN YÜZLER
KENDİNİ BEKLETME
ANLAMSIZ
bazen kelimeler
bazen dizeler
bazen bütün kurduğum cümle…
hatıraların başına oturup
içtiğin kahve anlamsız.
sokak başına diktiğin gözlerinle
beklemek anlamsız.
ne uğruna heba ettiğini bilmeden
hayatı suçlamak anlamsız.
gençliğini ve geleceğini çamurda tüketmek
anlamsız.
anlamı eksik hikayelerde boğuluyoruz
yaşam, idrak etmediğin müddetçe anlamsız…
HAYKIRIŞ III
koskoca bir beden uykuya sevdalı
ermeye geç kalkmış
haddinden de fazla isyanı
sonra ayağı hep aksak
hayata yüklüyor bütün suçları
bir kere çamura bulanmış
hangi su temizleyecek o anlı
çare yok değil çare sensin
yanlış yolda arıyorsun Hakkı
avucunda koca bir ah kalmış
dirilme vaktinde nereye koyacaksın aklı.
YENİDEN BAŞLAMAK
Geceyi sevmezler, gece onlara yalnızlık, kocaman yüzleşme duvarı… Gece asıl mücadelenin başlangıcı. Geceyi sevmeyen birisi üşüyen elin yalnızlığını görebilir mi? Görmek, adı üstüne
‘ERDEM’İ ÖZLEDİK
Yaşamın üç noktayla dolu cümlelerini tamamlamak adına, akıl gibi bir erdeme sahibiz. Ne yöne çekersen o doğrultuda çalışan, fesat veya iyi niyetli bir de kalbe. İkisinin aynı doğrultuda yer almadığı, aynı çatı altında barınamadığı yegane mücadele içindeyiz! Evet, yaşam erdemli kalma mücadelesidir.
Doğuştan gelen hisleri saklıyor olabilseydik, hiç uğraş vermeye gerek kalmazdı. Yeniden paylaşma çabasını yaşamazdık, yeniden içten bir tebessüm nasıl oluşur sorusuna cevap aramazdık. Zaten bütün
DÜŞÜNMEK AYRICALIKTIR
Düşünmek için aklı selime muhtaçlık var. Düşünmek için bilmeye, öğrenmeye, okumaya ihtiyaç var. Herkes düşündüğüyle işe yarasaydı, dünya bu denli leş hal almazdı. En basitinden zulümle ölmezdi kimse… Farkındayız değil mi ölüm ne kadar basitleşti algılarımızda?
Düşünmek, iyi niyetle birlik içinde olmalı. Seni doğru yola çeken şeyin dostların olması gibi,
ALIŞKANLIKLAR YANILTIR
Bugünün doğru olarak adlandırdığı bir davranış yahut zihniyet, yarınlara küflenmiş düşünceler olarak gelebilmektedir. Nereden ve hangi bakış açısıyla bakıldığıysa son derece önemlidir… Bir nesle güneş doğmadan uyanmak vazife icabıyken, başka nesle ise kocaman bir zulümdür. El uzatmak kalbi bir mesele iken, şimdi el açtırma ile tatmin olunabilmekte. Marifet ayıbı örtmekken, artık dillendirme en büyük amaç haline gelebilmekte. İçten bir kucaklaşma, yerini yalancı tebessümlere
ÇAMURA DÖNME!
Öyle ya emekliyordu insan, ayakları çamura değmeden önce. Gözbebeği bile masum bakıyordu, avucu kire uğramayan babasının ellerine. Eskiden aç yatanı yoktu sokakların. Neydi peki değişen? Madem insan değişmediyse… İnsan saygıyı hissetmekten öte durup, saygı duymaya başladı başlayalı bir ayağı hep pislikte. Pisliğe basanın namazı kabul olur mu hiç düşünün bakalım… Abdesti olsa bile.
Eğer kendimizi iyi anlamazsak, sokakların aç yatanı olur, anlamazsak susuz kalanları olur. Anlamazsak, varlığımızın anlamını da idrak edememiş oluruz… Bu acı bir durumdur, eğer umrunuzdaysa tabi.
HAYKIRIŞ II
tükendik mi
becerdik mi tüketmeyi
doyduk mu yani şimdi?
hayatta inanmam bu ihtiras varken
ölüm anında bile ağaç dik emrine
rezidans diken mahlukatız biz
insan, açlığına köle
zihniyet kıtlığı var bunca bollukta
sistem ödem tutmuş kabuk bağlamaktan
ne oldu da tutulduk çözümsüz iş yapmaya
eskiden utanırdık yalandan.
= SESLENDİRMESİ =
YAŞAMAK NE BÜYÜK BİR MÜCADELE
Nerden başlasam
önce bir soluk alıp
sonra umarsızca vermeye başlayarak
yani yaşamanın ne demek olduğunu hiç düşünmeden.
sonra odanın ışığını kapatıp
hoş bir müzik eşliğinde
hayal dünyamıza odaklanarak
hayal kırıklıklarımıza dert yanalım.
çünkü başka meşgalemiz yok ki
var olanı beğenmemek
NEY'E BAKMALI
nereye çekilse gidecek kadar karmaşık
her diktaya boyun eğecek kadar ince
yanlışa körü körüne bağlanacak kadar inatçı…
insan, kendini kaybetme derdinde
putlar sardı her yanımızı
para, şöhret, itibar, deri koltuklu makam
her şey dahil bu furyaya
biz, eksilmekten vazgeçmedikçe…
boşluk yanım,
kelimelerin tamamlayamadığı bir duruş
tanımlanamayan davranışlar silsilesi hakim üzerimizde.
insan, nakarat denilen tekrarlarda takılı kaldı
bunca bolluğa rağmen bir o kadar da çaresiz
sesin içinde kendine gelmeyi unutunca
kendinden geçmeler başladı içimizde…
unutulanlara inat varlığını koruyor ney
onun yolculuğu vicdan ile ses arasında
kendini inkar eden nefislere direniyor
neye bakmalı? ney’e…
yutkunup gönül gözüne bırakmalı
eski ama yeni bir düğüm
o ahengi anlaması zor
kalp ile değil kulakla dinlendiği müddetçe…
= SESLENDİRMESİ =
KAYBEDİŞTEN VAR OLMAYA
dert ve tasanın uğramadığı insan bedenleri
umursanmayan hayat mücadelesinde yorgun düşmeyi
hiç aklına getirmez mi?
Zirveye doğru
her daim kötülüğe baş koyarak,
koşarak ilerleme pahasına ezip geçtiği bütün duvarlara rağmen,
yorgun düşeceğini düşünmez mi?
Kendini, yaşamı, ölümü, hakikati ve bahşedilen aklı kullanmak için
ölüm fermanını beklemek gerekir mi?
Kendini keşfetmeye giden yolda,
zalim düşüncelerle tıkansa da önün
özüne dönme çabası olmasına engel mi?
Hikaye bir varoluş meselesi.
Gerçekleri ölmeden evvel anlamaksa yalnızca gözünü açmakla mümkün…
Herkes kendi zihninin esiridir.
Kafese dar gelen ömrü özgürlüğe kavuşturmak
en mühim mesele değil mi?
sıyrılma zamanı sığdırıldığımız hayattan
düğümlenen dilleri hakikat uğruna bozma vakti şimdi
kalk ve ses ver yeniden.
insan yaşamak uğruna kendisini nasıl kaybetti?
= SESLENDİRMESİ =
NEREYE BU GİDİŞ
Gidilen ve dönülen hikayeler unutulmazmış unuttuk işte
neden dönüyor hala bu yalan
kendini unutmadın mı hiç hatıra saklı bir fotoğraf karesinde
gıcırdayan tabure sancısıyla çınlamadı mı kulakların
özlemin yalnızlığında sancıya kalmadın mı gebe?
her şey unutulur ama yolculuğun sebebi unutulmaz.
nereye böyle, hangi yöne?
bilinçsizce binilen bir tren değil ki hayat
sebepsiz gidebileceğin eğlence dolu bir macera da değil.
bir anlamı var
‘’oku’’ emrine itaat eden için.
kendini bulmak isteyene bütün ayrıntılarıyla apaçık bir yol
hatırlar mısınız insanlığı kaybetmiştik?
merhamet ve vicdan ölçülerimizi saymıyorum bile…
yeniden kavuşmak ve aksak kalan insan anlayışımızı dipdiri yapmak için
herkesin seçtiği bir yolu olmalı.
ya kendini dinle
ya doğruya kulak ver.
esir etme
esiri olma kimsenin.
son bir tavsiye…
at gözlüğünü kullanma yola çıkarken.
= SESLENDİRMESİ =
YA DİNLE YA DA GÖZLERİNİ AÇ
kötülüğe baş koyarak, koşarak ilerleme pahasına ezip geçtiği bütün duvarlara rağmen,
yorgun düşeceğini düşünmez mi?
Kendini, yaşamı, ölümü, hakikati ve bahşedilen aklı kullanmak için ölüm fermanını beklemek gerekir mi? Hayal dünyasından kopup gerçeğe giden yollarda zalim düşüncelerle tıkansa da önün, özüne dönme çabasında olmana engel mi? Hikaye bir varoluş meselesi. Gerçekleri ölmeden evvel anlamaksa yalnızca gözünü açmakla mümkün…
Herkes kendi zihninin esiridir. Kafese dar gelen ömrü özgürlüğe kavuşturmak en mühim mesele değil mi? Vicdanın, insanlığın özgürlüğe kavuşması duasıyla…
EKSİĞİZ
YA DİNLE YA DA GÖZLERİNİ AÇ
Güneşli günlere aldanan, dert ve tasanın uğramadığı insan bedenleri; kölesi olduğu hayat mücadelesinde yorgun düşmeyi hiç aklına getirmez mi? Zirveye doğru her daim
kötülüğe baş koyarak, koşarak ilerleme pahasına ezip geçtiği bütün duvarlara rağmen,
yorgun düşeceğini düşünmez mi?
Kendini, yaşamı, ölümü, hakikati ve bahşedilen aklı kullanmak için ölüm fermanını beklemek gerekir mi? Hayal dünyasından kopup gerçeğe giden yollarda zalim düşüncelerle tıkansa da önün, özüne dönme çabasında olmana engel mi? Hikaye bir varoluş meselesi. Gerçekleri ölmeden evvel anlamaksa yalnızca gözünü açmakla mümkün…
Herkes kendi zihninin esiridir. Kafese dar gelen ömrü özgürlüğe kavuşturmak en mühim mesele değil mi? Vicdanın, insanlığın özgürlüğe kavuşması duasıyla…
KAPININ EŞİĞİNDE
O çizgi göz perdelerine inen korku yerine beyazlar içinde bir tebessüm olduğunda, kapı açılmış, yolculuk başlamış, takvimler ilk günü gösteriyor olacak. Peki ya o kapı aydınlığa çıkmıyorsa? O vakit hangi kapılar ardına saklanacağız..?
= SESLENDİRMESİ =
DUVARLARIN ARDINA SOR
Biliyorum. İş işten geçince başlıyor muhabbet. Huyu kurumayan insan farkına varamıyor hala kendine sunduğu bahanelerin. Yaşam elden akıp giden su gibiymiş. Gitsin… Ömür tüketime tabi, bedeni ekşiten, yumuşatan, boynu eğdiren, kemik sızlatan bir mücadeleymiş. Varsın bu da böyle olsun. Hangimiz yaşamı farkında olarak yaşadık ki?
Sorular büyük sorumluluklar yükler. Sorduysan düşünmeye mecbursun. Sorduysan muhasebe etmek zorundasın. Kendine soran, insanlığa sormuş gibidir. Sormak, anlamanın en yücesidir. Sahi, parmak kaldırmak hala utanılacak bir şey değil mi? Eğer kaldırmazsan o eli, bir gün unutursun nereden geldiğini, benliğini, yeşile boyanmış çimin altında yatan toprak gerçeğini… Kan, sadece damarlarda değil, can sadece iskeleti taşımıyor. Yüzlerce yılın ağırlığı ve hatırası var üzerinde. Baktığın zaman aynaya yan gelip yatanları mı görüyor gözlerin? Yoksa sen de bu genç yaşınca beyin körü mü oldun? Buzulların ardına bak, toprağın altına, dağların üstüne, kitapların yalnızca arka kapaklarına değil içine bak. Sorduklarını ara. Geçmişinden bugüne getirdiklerinde.
= SESLENDİRMESİ =
YILLAR SONRA
Yıllar sonra bir gün
Aynı kaldırımdan geçtiğimizde
O hep hissetmiş olduğum kokundan bir tutam çekicem içime.
Sonra adımlarım yavaşlayıp keşke
Keşke olsaydın dicek…
Yıllar birikmişti göğsümde
Hayat geçiyorda, acılar geçmiyor içimde.
Yarın bir başkasıyla aynı kaldırımda
Belki el ele
Belki bir üçüncü ufak avuçla yürürken.
Ah edicek içim.
Saçlarından bir tel konduğu zaman üzerime
Hatıraların gölgesine sığınıyor olucam.
Ben miydim zalim? Sen miydin zulüm?
Cevapsız kalıcam.
Yıllar sonra bir gün
İlk evet deyişinde
Kaybolucam, yitip gidicem.
Sahi, ölüler kaybolur mu hiç?
= SESLENDİRMESİ =
HİÇ DÜŞÜNMEDİN Mİ ?
Onca insan susuzken boğazı hiçlikten kururken derisi kemiğe yapışırken, ben ne ediyorum demeyi akıl ettin mi?
Bir hayıflanmadır adet edinmiş dilin hayatı geçtim, aynadaki seni beğenmez oldun bıraksalar dibine kadar yaşayacaksın hayatı. hadi yaşadın diyelim ölümün de var olduğunu hiç düşünmedin mi?
= SESLENDİRMESİ =
KURSAĞIMDA TOPRAK
Bir ses etsen.
Bir damla yağmur yollasan pencereme
Keşke İki günlük dünyayı
Kabus dolu susuşlara sığdırmasaydık.
Susunca…
Susunca toprağın kokusu geldi burnuma.
Kursağına toprak takılması nedir bilir misin?
Her yağmur mevsiminde hatırlar insan, insanları
Yerden seken çamur gibi lekeler bulaşır gönlüne
Silince geçmez de rengi çıkar teninden.
Yağmur yorar
Kimine huzuru anımsatır kimine toprağı.
Toprak olmak nedir bilir misin?
Sandalye gıcırtısına teslim olursun
Pas tutar parmak uçların camın buharını silmekten.
Ağır bir perde göz kapaklarının üzerine binmişken
Odan aydınlanır da ışık inmez gözlerine.
Toprağın karanlığı nedir bilir misin?
= SESLENDİRMESİ =
MAVİYİ YAŞA
Mavi, sığınma adresidir.Mavi, ümidin insanda vücut bulduğu
Bedenden sıyrılıp hayale sığınanların
Bardağın dolu tarafıyla meşgul olanların
Yarınların, umutların…
Mavi, insanlığın rengidir.
Tek kişilik koltuğunda cam nöbeti tutanların
Çaydanlığın fokurdamasında hayat bulanların
Çalan kapı sesiyle çocukluğuna kavuşanların
Yeryüzünde ve gökyüzünde O’nu görenlerin rengidir.
Mavi, yaşam belirtisidir.
= SESLENDİRMESİ =
SEVMELİ
Elinle dokunduğun her nesne vazgeçilmezin olur.
göz kapaklarına yerleşir hasreti
geceleri uykun, sabaha güneşin olur.
aydınlık vurunca odana, kokusu avcuna sinmeye başlar
lanet ettiğin duygular, takıntın olur.
geçici bir duygunun esiri olmaktansa, alın yazısı olmayı istediğimizde
kibir, aşkın önüne geçmiş olur.
önce hak ettiğine inanmalı insan.
kalbinin dokunduğunu sahiplenmeli.
bazen ufak bir bebeğin elini sevmeli
bazense bir kadını…
sırf gözleri için.
sırf gözleri için.
TABLET YEŞİLİ
Çok rahatsızım betonun üzerine kaplanan hazır çimlere yeşillik deniyor olmasından.
Solmayıp isyan eden çam ağaçlarına mahkum edilişimizden.
Yaprak döküyor endişesiyle ağaç dikilmemesinden.
Dikeni var diye gülü koklamaktan mahrum kalınır mı hiç? Alma o vakit nefes. Tüketme.
Bizden parçamızı söküp alıyorlar ‘’daha iyi yaşamı’’ sunma vaadiyle
Ya biz ne yapıyoruz? Evvela yüzme havuzuna tav olup kaldırım taşları arasına serpiştirilen yapay yeşilliğe kanmaktan başka…
Neye talepkar olursan onu bulursun. Yeşile muhtaçlığının farkına varmazsan bu sömürü düzen rant vermeyen yeşili neylesin?
Sonra oturduğun yerden, yeşil renkli duvar atmosferinde, camdan leş gibi kokular eşliğinde manzara fotoğraflarına iç geçirirsin…
Paraya ihtiyaç var mı? Evet. Yemeğe ihtiyaç var mı? Evet.
Peki ufak evlatlara rızkı, büyütmeyi ,emeği, kokuları, huzuru, doğayı tabletinden mi öğreteceksiniz?
= SESLENDİRMESİ =
AŞK KAL
Sadece benim bilmiş olacağım
ve
yağmasını yalnızca benim beklediğim bir yağmurum olduğun gün,
belki yine seni görürüm.
belki yine seni görürüm.
elimde
seni düşünürken ki biriktirdiğim ıslaklıkla çıkarım karşına
hiç beklemediğin bir an.
hiç beklemediğin bir an.
o
yüzden sen hep yağmasını beklediğim yağmurum,
elimdeki utangaç ıslaklığım olarak kal.
öyle
kal ki,sana son sözüm hoşçakal değil
aşk kal olsun...
İNSANLIĞI YAŞATMAK
Kaybetmekten her zaman korkmuşuzdur
ve
genelde bu yüzden kaçırmışızdır elimizden sevilebilme duygusunu.
'ya
başkasının olursa ' cümlesini bir yol haritası gibi seçmiş,
ama
bir türlü aslında o zaten benim diyememişizdir...
bu günlerde en çok kaybetmeye alıştığımızdan olsa gerek;
ya insanlığı da kaybedersek diyorum
ya insanlığı da kaybedersek diyorum
yani
bir gün,sevmeyi de sevilmeyi de önemsemezsek
o zaman kim sahiplenecek bir çiçeği kokusu solmadan
o zaman kim sahiplenecek bir çiçeği kokusu solmadan
biz
insanlığımızı kaybedersek içine mi atılacak bütün dertler
biz
insanlığımızı kaybedersek,
bacağı kırılmış bir güvercini buluşturamayacak mıyız sıcacık avuçlarla.
bacağı kırılmış bir güvercini buluşturamayacak mıyız sıcacık avuçlarla.
eğer
bugün,yarın ve sonrasında da kaybetmemeliysek değerlerimizi,vicdanımızı
bunun
yolu sevgiyi, şefkati unutmamaktan geçer.
biz
sevmek neydi?'yi unutmamak için
önce insanlığı yaşatmalıyız...
İNSANIN SUÇU
ihaneti
olmayan bir dostu
ve
aldatmayan bir hayatı büyüttükçe aldanırız.
oysa
yalnızca hayat mıdır bize çelmeyi takan?
hak edilmeyeni
sevmek,
ihanet
zincirinde yaşatmak dostlukları
aldandıkça
akıllanmadan takılmak habire aynı surlara..
bu
da biz insanların suçu değil mi?
MUHTACIM
Güzel günler gelecek, çok güzel günler
İçinde yalanların, maskelerin olmadığı
Şehrin uğultusuyla martıların dans ettiği günler
Sana geleceğim ey İstanbul
En büyük aşklara mezar olan
Ab-ı aşkın şehri
Benim aşkımı da al engin mezarlığına al da kurtulayım
Asırların şahit olduğu güzelliğine bir de bu yüzden aşık olayım
Kurtar beni bu dertten
Mazinin aşklarıyla kirlenmiş sularında yıka
Kirlet şu yüreğimi de sussun artık o melek
Mutlu olmayı öğret bana, mutluluktan sarhoş olmayı
Caddelerinde, surlarında, boğazında
Mutlu olmayı öğret her anımda
Aşka inancım kalmadı ama
Aşık et beni kendine
Ayrılamayayım senden
Ve senden öte bir aşk kalmasın bende.
Ve senden öte bir aşk kalmasın bende.
KELİMELERİN PİŞMANLIKLA SAVAŞI
Sadece aptallar aşık olurmuş bu dünyada
Anladım geç de olsa.
Değmezmiş hiçbir aşk gözden akan damlalara,
El değmemiş sandığın o tertemiz duygularınmış
Ceset kadar soğuk alev gibi yakıcı kinin sebebi.
Elindeki her şey kayıp giderken avuçlarının arasından
Aldanmakmış kış güneşlerine, aşk dediğin o masal.
Peri masalları kadar gösterişli
Tüller ardına saklanmış ışıklı bir dünyaymış
Aydınlığa uzandıkça ellerin karanlık kuyularda kaybolduğun,
Lekesiz sandığın kalbinin sığınağı...
Loş odalar
Ayrılık saati yaklaştıkça saklanır dünyan siyah tüller ardına
Rüzgarı hissedersin teninde, nereden geldiğini bilmediğin bir esinti
Alır götürür seni hüzün denizine.
Şarkıların anlam kazandığı limanda
Ilık rüzgarlar kurutur aşktan ıslanan yanağını
Kırık bir kalp kalır sana
O peri masallarından geriye.
Lüzumsuz anılar canlanır gözünde
Umudun tükendikçe kinin büyür
Resimleri parçalamakla başlar büyük sandığın nefretin.
Mahvolmuş bir maziden ibarettir o anki hayatın
Usulca kararır dünyan
Şehirden uzaklaştıkça, gözlerin içi sızlar, aptal yüreğinin...
Anladım geç de olsa.
Değmezmiş hiçbir aşk gözden akan damlalara,
El değmemiş sandığın o tertemiz duygularınmış
Ceset kadar soğuk alev gibi yakıcı kinin sebebi.
Elindeki her şey kayıp giderken avuçlarının arasından
Aldanmakmış kış güneşlerine, aşk dediğin o masal.
Peri masalları kadar gösterişli
Tüller ardına saklanmış ışıklı bir dünyaymış
Aydınlığa uzandıkça ellerin karanlık kuyularda kaybolduğun,
Lekesiz sandığın kalbinin sığınağı...
Loş odalar
Ayrılık saati yaklaştıkça saklanır dünyan siyah tüller ardına
Rüzgarı hissedersin teninde, nereden geldiğini bilmediğin bir esinti
Alır götürür seni hüzün denizine.
Şarkıların anlam kazandığı limanda
Ilık rüzgarlar kurutur aşktan ıslanan yanağını
Kırık bir kalp kalır sana
O peri masallarından geriye.
Lüzumsuz anılar canlanır gözünde
Umudun tükendikçe kinin büyür
Resimleri parçalamakla başlar büyük sandığın nefretin.
Mahvolmuş bir maziden ibarettir o anki hayatın
Usulca kararır dünyan
Şehirden uzaklaştıkça, gözlerin içi sızlar, aptal yüreğinin...
MASAL KAHRAMANI
İyi ki uysal bir masal olmadın
eminim
kısık ses tonuma çok yakışırdın.
bazen var bazen yok denilesi bir hikaye olurdun.
uykulu kaşların gülümserdi uyanık yüzüne inat.
sessiz bir buse alırdım ömründen
ömrüme katmak ve sana adanmak için.
aşk duyulası bir masal olsaydın yapamazdım sensiz
iyi ki de değilsin diyorum
alışınca, bitime yaklaştıkça, sen aynı hikayeden sıkılınca
adanmış olmak, sensiz olmaktan daha beter olurdu.
iyi ki diyorum, bir masal kahramanı olmadın.
HALA ANLAMADI
Ayakları titriyordu
Ruhun müziğe
adanması gibi adıyordu kendini
Ölüm
duygusuna benzer bir sessizlikle.
Dudakları
büzüştü
Soğudu
elleri
İlk terk
eden avuçlarındaki heycansı terler oldu.
Musluğu açtı
yalnızlık
kokan pas kokusu sardı bir aydır değişmeyen havluyu.
Yüzünü
yıkayıp yaşadığını anlamak istiyordu.
Küfe dönmüş
yüzüyle aynaya baktı.
Göz
bebekleri güve yapmış, göz yaşları aka aka
Sessizliği
evi sardı.
Kapının
deliğinden suyun buharı çekiliyordu.
Temiz havaya
teslim oldukça nefesi daralıyor
Pıhtıya
merhaba diyordu, içindeki seyahat eden kanı.
Hala
anlamadı, yüz kere yıkasa da yüzünü
Her gün
değiştirse de havluyu.
Kapının
deliğini kapasa da bir pamukla
Elleri
cebinde gezip hep sıcak tutsa da…
Hala
anlamadı, aşık olduğunu…
HASTALIK SAHİBİ
Topuklarından kan sızıyor
ölesiye bir kaçış mücadelesinden.
ardına bakmaktan aciz gözleri
esir olmuş tuzlu damlalara.
bileklerinde ritmin telaşı
göz bebeklerine vurmuş bir korku olarak.
heycanlı, acılı, umursamaz bu aralar…
ölüm anı ne denli sakin geçirilebilecekse
o kadar bakıyor artık
dünyaya gözü…
BAKIŞ AÇISI
Topuklarından kan sızıyor
ölesiye bir kaçış mücadelesinden.
ardına bakmaktan aciz gözleri
esir olmuş tuzlu damlalara.
bileklerinde ritmin telaşı
göz bebeklerine vurmuş bir korku olarak.
heycanlı, acılı, umursamaz bu aralar…
ölüm anı ne denli sakin geçirilebilecekse
o kadar bakıyor artık
dünyaya gözü…
BİR OLAMAMA KÜLTÜR VE BİRİKİMİ
Öfkenin zıttı bir olmaktır, diri kalmaktır. Tıpkı cenaze evini boş bırakmamak, asker uğurlaması yapmak, şampiyonluk kutlamak gibi. Nereden bakarsan bak, bir olmayı becer de istersen sonra yine öfkelenirsin. Bir kalmak için illa iyi gün gerekmez. Şimdi aha havalanmış bir taş geliyor, yolunu yapıyorum, kıvama getiriyorum bir nevi. İlla kazanmak gerekmez canım, kaybedeni de alkışlamak lazım yani. Velev ki kaybettik, yine de kızmamak lazım hem.
Efendim
bizim milli takımın renklerini anayasaya yazıp, uyulmadığında da cezayı
yapıştırmak lazım. Arkadaşım kırmızı beyaz işte nedir bu şahsi takım inadı? Bir
gün o formayla maça gitmek için dünya şampiyonu olmuş olmak farz değil, şimdi
de serbest. Üstelik maça gidiyorsun hem de Türkiye diye bağırmaya. Koskoca
futbol camiasındaki abilerimiz bunu çözemedi de ben kim oluyorum ki? Benim
amacım başka, konuya futboldan giriyorum ki heyecan artsın, ilgi olsun hele
bir. Sonra gerekeni konuşuruz nasılsa. Bizi en çok beraber kılan konu futbol
iken bunda bile bir olmayı beceremiyoruz anlayacağınız. Başka konuyla örnek
vermeye gerek var mı? Bence yok. Haydi şimdi TV meditasyonuna devam. Ommmm…
Uyuyalım bakalım, uyuşalım, kürleri yapıp güzelleşelim. Ommm…
AF DİLEMEK İSTERDİK AMA…
Yaşamı suçlamayı bilenler kuşağıyız biz. Kusuru örtmek yerine dile getirenlerdeniz. Yüz kızarması nedir unutan neslin, son model kurbanlarıyız.
Biz,
şarkılarla triplenip; sabah uyandığında bir acısı olmayanlarız. Avuç açmadan
zorluk çekenlerin, avuçlarını görmek uğrunda koşan tayfasıyız. Açın halini,
karnı doyurduktan sonra hatırlayanlarız. Hele ki varlık görmeyelim, bir daha yokun
dilinden hiç anlamayız.
Biz, çok lanet bir halt ettik kendimizi kaybederek… Af dilemek isterdik ama, hala ‘’daha ölmeye var’’ diyenlerdeniz.
Biz, çok lanet bir halt ettik kendimizi kaybederek… Af dilemek isterdik ama, hala ‘’daha ölmeye var’’ diyenlerdeniz.
TV’DE ÖFKE KONTROLÜ
Biz ne ara asabileştik. Hem de dünya git gide modernleştiğini iddia ederken. Yaşam standartları olgunlaşırken, hazır ömür süresi de uzuyormuş o halde nedir bu can sıkan? Kime bu öfke, hayır bağırıp çağırınca dünyanın merkezine mi koyacaklar bizi? Öyleyse eğer kulağı ağır işittiğinden herkesi sağır zanneden dedelerimiz yaşadı. Şaha kalkacaklar demektir yetmişinde.
Efendim
hiçbir şeyi beğenmiyoruz. Haber sunanı da, maç anlatan spikeri de, daha geçen
hafta aldığımız ayakkabıyı da. E haliyle isyan ediyoruz, sabredeceksin de ne
olacak yani değil mi? Öyle stres mi atarmış insan? Git oradan sen de…
Geçiştirmeleri kaldırın artık şu modern çağa girmişken. Vallahi sonra
attıracağız kendimizi. Maazallah ömrümüz istatistiklerde kısalır.
Sabır
üzerine çok kelam edilmiştir, biraz da ben yazayım diyemiyorum, haddime değil.
Biz öfkeye devam edelim, öfke iyidir, candır, heyecandır, dimi güzel abilerim?
Bağırın, maşallah, sesinize kurban… Tahammülsüz olmaktan bunlar. Tuttuğumuz
takım kaybetmiş, ya hep mi kazanacak. Babamın da dediği gibi ‘’Bize para veren
mi var?’’ Diziler sürekli reklama giriyormuş, izleme ablacım, sonra gaza gelip ocakta
unutuyorsun yemeği, haybeye israf… Yaşım da küçük anlamıyorum ama, sinirlenme
katsayımız arttı her şeye. Yakışmıyor koca adamlara, kar topu attı diye adam
öldürmek, çocukların topunu kesmek. Azcık sükunet, azcık sabır. Onca program
dönüyor TV’de ‘Öfkeyi kontrol etmenin yolları’’ diye, hiç mi işinize yaramadı
yani. Yakışmadı ablacım, sen ki bu civarların en televizyon müptelasısın, sen
de böyle yaparsan ne ola bizim halimiz…
EMEĞİ UNUTTURAN TEKNOLOJİ
Evde rahat koltuğuma uzanarak yapmış olduğum çalışmalarda, son yıllarda kolay elde etme alışkanlığı edindiğimizi tespit ettim. Zor olmadı, kendime baktım ve yazdım. İlla amcalarımıza laf edecek değilim hoş, hem kendimden helallik alması da kolay.
Efendim rahatına düşkünlüğümüzden dolayı, kolay başarıyı,
bizi yormayacak şekilde para kazanmayı, yolumuzu bulmanın planını yapıyoruz.
Yok kardeşim, ben kimseye beleş para verildiğini görmedim. Babam bile sırf
okuyorum diye para veriyor.
Eskiden, yani bundan birkaç senecik önce, Kuran okumayı
öğrenmek için her yaz camiye giderdik. Hep isyan ederdik yazın gelişine. Çocuk
aklıyla beğenmezdik hani. İşte bu sorun bilim adamlarımız sayesinde ortadan
kalkmış bulunuyor. Ellerine sağlık efendim. Şimdi namazı öğreten seccadeler
var, anneye gerek kalmadı. Bir de öğretici CD seti alınca camiye gitme gereği
de kalmadı. Tamam da mübarekler, insan çocukluğunda girmediği yere tam gençlik
çağında, içi horon teperken gider mi hiç? Bunlar mı yani yüzyılın icadı? Oysa
ne güzel tenefüs araları olurdu, bahçede güreş tutardık (hep de yenilirdim,
boş ekmek yediğimden kalıplı gözükürmüşüm annem öyle derdi), bir sonraki tenefüs
Casio saatlerimizle maç yapardık. Bence
yılların en iyi icadı o saatti mesela, her nesil tatmıştır o duyguyu… Neyse
konuyu dağıtmayalım, bu iş de ticaret sektörünün eline geçti. Yaşasın
teknoloji, yaşasın mucit amcalar.
Düşünüyorum da demek ki iyi para var bu işte. Ver bakalım
oradan abine üç liralık fikir, biz de yolumuzu bulalım…
VAZGEÇMEYİ BİLMELİ
VAZGEÇMEYİ BİLMELİ
Öyle bir huyumuz var ki, kurumasını istesek de daha çok dibine su vermeyle uğraşıyoruz. Nerede kötü bir hal varsa onu tercih etmek yerine, sükunla düşünmeyi seçsek; öğrenirdik vazgeçmenin önemli bir davranış olduğunu… Vazgeçmek kaybediş değildir, vazgeçmek yenilgi olmaktan çıktı ve galip olanları ilan ediyor bu devirde. Asıl zor olan inat etme duyusu. Onu bir kenara bırakıp, vicdanınla aynı doğrultuda olana dön artık. Vazgeçmesini bilecek insan; güçten, nefisten, öfkeden, yalnız olmayı rehber edinmekten, yanlıştan, yanlışa götüren doğrulardan…
Yaşamak, alnımda bir yazı. Adımları saymaksa acizliğim. Duymak kocaman bir nimet, doğruların konuşulduğu yerde tabi. Hiç yalana tanık eden insan, yalan söylemeden eder mi? Müptelası olur bire bin katmanın… İnsan kendisini yeryüzünün meleği zanneder. Öyleydik… Büyüyünce şeytanla hem hal olana kadar. Şimdi… Çok kullanışlı arkadaşlıklarımız var. Bitmeyen çekiştirmelerimiz. Ağızda tat bırakan eleştiriler, mükemmelliyetçiliğimiz… Öyle uzun kelime ki, ondan yakışıyor üzerimize. Bir beden fazlasına sahip olmak adına içimize yalvarıyoruz. İyilikten banane! Fayda sağlamadıkça vicdanmış, insanlıkmış kimin umrunda? Sen de haykır, katıl içimizdeki şeytana.
İnsanyaratılmışların en mükemmeli
en acizi.
insan
mevsimlik yaz yağmuru
kimine bereket
kimine zulüm…
insan
şeytanın aynaya sirayet edişinde
karanlığın ta kendisi.
DAĞLARIN DA YERİ DEĞİŞİR
Dalıp dalıp gittim içimin dağlarına… Bir yanı kırık, diğer yanı kıvrım dağlarına…
Hele bir de kalbimin en doğusu vardır ki… Nemrut Dağı’ndan güneşin batışını
seyreder. Mihman olana mihmandarlıkla karşılık verir şairin dizeleri… Sonra
değişimden açılır bahis, bu kuru gürültüde… Zaman değişir. Hele en çok zaman…
Tohum büyür, gelişir. İnsan doğar, apalar, yürür. Nefes alış-verişi değişir.
Hiçbir şey, kalmaz ilk günkü gibi kaldığı yerde… Beşer aşka duyduğu hasret bile
değişir. Yok olacak kıvama gelir. Savrulan yanı değişir. Her şey bir yana…
Aşıklık isabet etmişse bir insana, değişimin hası onda gelişir. Az gider, uz
gider. Dere tepe düz gider. Dünyalık denizinin ortasına dokundurur işaret
parmağını… Bir damladan dağılan
titreşim, onu olduğu yerden uzaklaştırır da uzaklaştırır. Uzaklaştığı yerden,
yakınlaştığı yere doğrudur akıbeti… Akıbet, değişimin ışıltısı… Rahman ile
kurulan bağın pırıltısı… Bir garip avuntusudur. Değişimdendir zaar debelenmesi…
Debelenişi, gönlünden akan sayfalar dolusu bir kitaptır.
Dalıp dalıp çıktım
içimin dağlarından… Halime baktım da, gittim Hasan Dağı’na oduna… Kaçtım
seccademin sonsuz yaprakları arasına… Günler, aylar, mevsimler geçmeden
anlamıyor insan başına nelerin, hangi sebeplerle geldiğini-geleceğini… Çoğunun
düşünmeyi bile aklına getirmediği, azının ise düşüncenin kıyısında şekle takılı
kalan yanıyla yastığa koyduğu başını çelgilediği… Yastık demişken… Geceleri bir
tek yastığım anlar beni… Yastığımdan kalbimin mutfağına kapı açılır her gece…
İçeride kazan. Kazanın içinde çorba… Tarhana çorbası… Gel, sana da sıcak bir pide bölerim yüreğimin en
yangınlı yerinden… Yerim derken… Yerim yoktu ki benim… Çıktım miss kokulu
kalbimin mutfağından… Dağlardan ovalara
bol bol sükût taşıdım. Gökyüzü ve kuşları iliştirdim gözlerime…
Ölümün değişmeyen bir moda olduğunu, mezarların
yanından bir rüzgâr gibi geçerken anladım…
Vesselam…
YENİ DÜNYA İNSANI
Bizi biz yapan, yol gösteren, yol bulduran
büyüklerimizi yad etmeyi bilirdik. Dilde kelamın olduğu, selamın eksik olmadığı
dostluklar biriktirirdik. Kendinden evvel başkasını düşünme duyusuna sahiptik.
Körelmeye başlamış olsa da birazcık insanlığımız vardı. Şimdilerde herkesin
satılığa çıkardığı vicdanları, en büyük hazineydi bir zamanlar. Vicdan; parayla
besleniyor artık, merhametle değil… Ayaklar altına alınan alışkanlıklar, baş
tacı ediliyor hiç hız kesmeden. Bugünün doğruları, geçmişin bütün tecrübelerini
siliyor lügat ’tan. Yeni doğan her bebek, başka bir insanlık mevsimine denk
geliyor…
Okuma yazma oranı artıyor, basılan kitaplar
da öyle. Okuduğunu anlama, anladığını yaşama oranıysa diplere oynuyor. Bu tezat
nereden doğuyor dersiniz? Gerçekçi, kendinden emin, sağlam temellerde yaşarken;
hayalperest ve masalsı yaşantılara olan, özentilerle dolu bir bakış açısına
evriliş yüzünden olabilir mi? Kaç baskı sansüre uğruyor gençliğin gözleri?
Zamanın
hızla aktığından şikayet ediyoruz. Bu zamanı olur olmaz meselelerle, boş
meşguliyetlerle dolduran biz değil miyiz? Vaktimizi sömüren dünyaya sınır çizme
yetkisine sahip değil miyiz? Bunu da mı aldılar elimizden. Sahip olduğumuz ne
kaldı öyleyse?… Kalan bir avuç umut da olsa bizim borcumuz bunu biriktirmek
olmalı. Yeşertmek olmalı. Atılan tohuma güneş olmalı. Tebessüm sunmalı cesaret
barındıran her işe.
Kaybetmek hızlıca gerçekleşti, kazanması zor
olsun. Zor olan kıymetli olur, kıymete binen bir daha kolay feda edilmez. Demek
ki bize insanlığı, vicdanı, güzel bir geçmişi hazır halde sunduklarından
değerini bilemedik. Öyleyse kendi alın terinle, tırnaklarınla kazıyarak değil
de el ele vererek… Yeniden inşa etmeli. Eksik bırakılan ne varsa.