İnsan sessiz kal diktasını veren, gücünü pilden aldan bir tansiyon aletini dinliyor da, kalbine iyi bak diyen kitabı dinlemiyor.
DUVARLARIN ARDINA SOR

Biliyorum. İş işten geçince başlıyor muhabbet. Huyu kurumayan insan farkına varamıyor hala kendine sunduğu bahanelerin. Yaşam elden akıp giden su gibiymiş. Gitsin… Ömür tüketime tabi, bedeni ekşiten, yumuşatan, boynu eğdiren, kemik sızlatan bir mücadeleymiş. Varsın bu da böyle olsun. Hangimiz yaşamı farkında olarak yaşadık ki?
Sorular büyük sorumluluklar yükler. Sorduysan düşünmeye mecbursun. Sorduysan muhasebe etmek zorundasın. Kendine soran, insanlığa sormuş gibidir. Sormak, anlamanın en yücesidir. Sahi, parmak kaldırmak hala utanılacak bir şey değil mi? Eğer kaldırmazsan o eli, bir gün unutursun nereden geldiğini, benliğini, yeşile boyanmış çimin altında yatan toprak gerçeğini… Kan, sadece damarlarda değil, can sadece iskeleti taşımıyor. Yüzlerce yılın ağırlığı ve hatırası var üzerinde. Baktığın zaman aynaya yan gelip yatanları mı görüyor gözlerin? Yoksa sen de bu genç yaşınca beyin körü mü oldun? Buzulların ardına bak, toprağın altına, dağların üstüne, kitapların yalnızca arka kapaklarına değil içine bak. Sorduklarını ara. Geçmişinden bugüne getirdiklerinde.
= SESLENDİRMESİ =


                                                                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder